bafra haber | bafra ajans| bafrahaber | bafra haberleri | bafra
2018-12-24 15:30:31

ŞİİRLERDE BUL BENİ

Recep Şen

recep-sen@hotmail.com 24 Aralık 2018, 15:30

Değerli okurlarım, izniniz olursa yazıma bir duyuru ile başlamak istiyorum. 21 Aralık 2018 tarihi itibariyle yeni şiir kitabım “ŞİİRLERDE BUL BENİ” Kırmızı Çatı Yayınlarından çıktı. Biz gönlümüzün sesini satırlara döktük. Takdir siz kıymetli okurlarımızındır. İnşallah 28 Aralık 2018 Cuma günü akşam saat 17.00 ile 21.00 saatleri arasında Bafra Eflatun Kitap Kafe’de imza günümüz olacaktır. İmza günümüze davetlisiniz. Eğer çok önemli bir işiniz yoksa gelin birlikte şiir okuyalım.

Sevgili dostlar, elimize alıp okuduğumuz sayfalar dolusu kitapta anlatılanları şair bir mısraya sığdırıverir bazen. Hatta bir mısrayla hayatın anlamını özetleyiverir bize. Bunu yaparken de bizi can evimizden yakalar, bırakmaz. Öyle ki, şairin o mısrası bir ömür dilimizden düşmez, mısrayı berceste olur. Şiirin böyle bir büyüsü var.

Şiirin doğduğu, olgunlaştığı yer şairin gönlüdür. Bir gönülden diğer bir gönle yolculuğun adıdır şiir belki de. Gönül almak, gönül vermek her işin başı… Şair gönül insanıdır. Güzel bir şiirde şairin hissettiklerini biz de farklı bir şekilde hissederiz. Şiir, şairin olmakla beraber okur da artık bu duygu sağanağının içinde bulur kendini. Bu anlamda şair iki gönül arasında elçidir. O yüzden iyi bir şiirden daha etkili sanat eseri olamaz. Hangimizin güzel bir şiir karşısında gönül teli titremez ki? Duygu ve düşüncelerimiz değil mi zaten bizi birbirimize yakınlaştıran? Duygu ve düşünceden ibaret olan insanın heyecan, ürperti, sevinç ve üzüntü gibi en kesif ruhi dalgalanmaları şairin şiirinde kendini gösterir.

Şiir, insanlık tarihi kadar kadim bir geçmişe sahiptir. İnsanlığın her döneminde gündemde olmuştur, olmaya da devam edecektir. Çünkü şiirin konusu, özü insandır. İnsani duygular var olduğu sürece şiir de var olacaktır. Gönül zenginliği ne büyük nimet, şükürler olsun Allah’a! Şiirlerimiz hakkın, hakikatin, muhabbetin sesi olsun hep, şairlerimiz hiç susmasın.

Şiir kitapları satmıyor diyenlere bir hatırlatma yapalım, tam da yeri gelmişken: Şiir kadim zamanlardan bugüne hala esrarını ve kudretini koruyor. Asıl sizde şiir yazacak, şiir okuyacak gönül kalmadı, paragöz oldunuz modern dünyanın oluşturduğu bu kapitalist piyasada. Şiir, insani olana çağırırken, siz başka yerlere, tuzaklara kapıldınız gittiniz. Şimdi de şiir satmıyor diyorsunuz. Kim inanır size?

İlham, davetsiz misafirdir; aniden çıkıp geliverir, kapı ziline basmadan içeri girer. Şair, şiir yazmak için ilham beklemez, ilham da şairi beklemez. Gelen ilhama hadi git de diyemez şair, çünkü doğacak bir bebek gibidir o. Vakti, saati geldiğinde ele kalem alınıp, kâğıda özenle dizilerek yazılmalıdır. Yoksa şair çatlayıp ölür. Gönlü ihata eden duygular şairin kalemiyle kelimelere dönüşür. Bu kelimeler de pırıl pırıl, dupduru Türkçe kelimeler olunca o şiir tam kıvamında şaheser olur.

Şiir için gönül kuşu tabirini kullansak yanlış olmaz herhalde. Yaşadığımız şu modern zaman dilimlerinde gönül kuşunun kanadı kırık bu aralar. Bu çorak şehirlerden Leyla’nın diyarına uçmayı diler hep... Bu beton yığını şehirler boğar onu... Onun içindir şiirdeki feryat, ıstırap, isyan ve gözyaşı… 

Yaratılmışlar içinde insan, insanın içinde de gönül kadar güzel bir şey yoktur. Bu dünyada güzelliğin en çok yakıştığı şey de gönüldür. Aşk, gönül, şiir bunlar üç sıkı arkadaştırlar, üçü de güzellik yurdunda oturur. Bu üç arkadaşın Güzel’e doğru yolculuğunu okuruz aslında biz şiir kitaplarında. Bu yolculuk hayatın içinde ve insanların arasındadır aynı zamanda. Öyle bir köşeye çekilmez şair, halkın arasında yâr iledir her dem. Gönüllere nakış işleyen o büyük velinin buyurduğu gibi eli kârda gönlü yârdadır. Şairin bizim için özenle seçtiği sihirli kelimelerin anlattığı budur işte… Özleyiş vardır şairin mısralarında. Bezm-i Elest’te duyduğu o Güzel’in sesini arar bu dünyada. Bütün güzel sesler O’nu hatırlatır dolayısıyla.

Şairin yolculuğu arayıştır, kendi hakikatine doğru çile vadilerinde yol alıştır. Her şey üç harf ile beş noktada gizlidir aslında. Aşk, ah minel aşk… Şiiri bunun için seviyoruz çünkü kendimizi onda buluyoruz. Şehrin dar beton kalıpları içinde gönlümüz sıkıştı kaldı, daraldık. Şiir, bu beton kalıpların arasından bir kaçış imkânı sunuyor bize. Kalbinde insaniyetten, merhametten iz kalanlar şiirin mısraları arasında kendini buluyor ve buluşuyor yeni bir dünya kurmak için.

Anadolu coğrafyasında modern zamanlarda üzeri küllenen şiir ateşi Yunus’un bize bıraktığı mirasla yeniden alevlenip canlanıyor. Uzun yıllar kendi hakikatinden uzaklaştırılan insanımız medeniyet havzamızda serinlemeye, kendini bulmaya, kendine gelmeye, özüne dönmeye başlıyor. Kaybolduğu yerde yeniden kendini buluyor insanımız. Şairleri haykırıyor artık bizim medeniyetimizin. Ey talip, sen de bu yolun yolcusuysan eğer gel beraber söyleşelim!

 Biz, Cenâb-ı Allah’ın yarattığı varlıkları anlatırken kelimeleri kullanıyoruz. Kelimeler şiirin en önemli malzemesi tabii ki. Ancak şiirin kendine has bir dili var, sözlüğü var, bunu da söylemeden geçmeyelim. Bu dil gönül dili, Yunus’un tabiriyle kuşdilidir. Evet, bizim dünyamıza ait kelimeler şiir dilinde yeni bir anlam kazanır, duyguyu mısralara taşır, zihinde farklı görüntüler yaratır. Onun için şiir dilinde karşımıza birçok semboller çıkar. Şair bu sembollerle gönül dünyamıza ait duyguları anlatmaya çalışır. Bulduğu özgün sembollerle ( remz) şair zihnimizde bir resim çizer ve biz o resmin içerisinde buluruz kendimizi. Onun için kelimeleri itina ile seçer şair. Burada musiki, resim, duygu iç içe ve âhenk halindedir. 

Gül, bülbül, meyhane, şarap gibi kelimeler bizim geleneksel şiirimizde çok kullanılan sembollerdendir. Şairin bu sembollere yüklediği anlam, bizim bildiğimiz kelime anlamlarının dışında daha derin ve farklı bir anlamdır. Bu semboller şairlerin kendi aralarındaki şifreli bir dildir aslında, ehli olan anlar, gönül veren anlar. Şair kendi aşkını anlatırken bülbül ve gül üzerinden, Leyla ile Mecnun üzerinden konuşur, kendini aradan çıkarır, kendini anlatmaktan hicap duyar belki de. Bu da edeptendir tabi. Bizde edebiyat tümüyle edeptir zaten. Gül ve bülbül hikâyesi ile aşkın mahiyetini bizim anlayacağımız kıvama dönüştürür.

Şiirsiz bir dünya düşünmek mümkün değil! Şiirsiz bir dünya kapkara zindan ve çölden ibaret olurdu herhalde. Sevgili dostlar, şimdi bir tiyatro sahnesi hayal edin ve bu sahnede seyirciye bir tiyatro eseri sunuluyor, tiyatro sanatçıları rollerini hakkını vererek oynuyor. Ama bir şey eksik! Bu eksiklik hem seyirciyi, hem de sahnedeki sanatçıları rahatsız ediyor. Eksik ney mi? Tabii ki müzik… Burada tiyatro eseri için müzik ne ise hayat için de şiir odur. Hayatın ritmidir şiir, onun olmadığı anlar da hayat donuktur.

Bazen öyle oluyor ki, sözler kâfi gelmiyor hislerimizi ifadeye. Belki de böyle hallerde şiir yetişiyor imdadımıza. Bazen bir duygu sağanağı, bazen bir hasret rüzgârı, bazen bir gözyaşı deryası, bazen bir rahmet mevsimi, bazen bir liman oluveriyor şiir. Bazen de bir musiki, hem de yıllarca bıkmadan, usanmadan dinlenen…

Kısacası şiir, gönül sazının tellerinden dökülen nağme veya başka bir ifadeyle, gönül tezgâhında dokunan paha biçilmez bir eser. Bir ünlü şairimiz, şiirleri için “Onlar benim çocuklarım gibidir.” der. Bu arada şiirin en hası da türkülerimizdedir…

Neyse biz kısa keselim, mevzuyu daha fazla uzatmayalım isterseniz. Mevlâna’dan hoş bir cümle ile sözlerimizi noktalayalım. “Altın ne oluyor, can ne oluyor, inci, mercan da nedir bir sevgiye harcanmadıktan, bir sevgiliye feda edilmedikten sonra.

Allah, gönlümüzü sevgisiz, merhametsiz ve duygusuz bırakmasın. Sevgi varsa, duygu varsa, merhamet varsa şiir zaten vardır. Ömrünüzün şiir tadında geçmesi niyazıyla esen kalın, şiirle kalın sevgili dostlarım!

ŞİİR FALINDAN:

Âsaf’ın mikdârını bilmez Süleymân olmayan,

Bilmez insan kadrini, âlemde insan olmayan.

(Ziya Paşa)

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.