banner1047

banner1046

05.10.2019, 14:52

BİLMEK, BULMAK, OLMAK

İnsan, beşikten mezara kadar öğrenme mükellefiyeti olan bir varlıktır. Onun için öğrenme hayat boyu devam eden bir eylem. Bilmiyordum, öğrenemedim, imkânım yoktu diye bir mazereti olamaz insanın. Hele de her bilgiye anında ulaşma imkânına sahip olduğumuz bu çağda… Bilmediklerimizi öğrenmek ve hayatımızı ona göre tanzim etmek durumundayız. Peki bilmek, öğrenmek tek başına yeterli mi? İşte bütün mesele burada… Bildiklerimizden de mesulüz. Yani öğrendiklerimizi hayatımızda tatbik etmezsek bilginin bize kazandıracağı hiçbir şey yoktur. Kupkuru hamallıktan başka bir şey değildir bu bilgi.

*

Kitapları oturup yutsak, baştan sona hatim etsek, hayatımızı değiştirmedikten sonra ne faydası var bize? Böyle bir durumda sorun kitaplarda değil elbette, sorun bizdedir. Odanın dört duvarını çepeçevre kuşatan kütüphanemizin bizim hayatınızı değiştirmesine izin vermiyorsak, sırtında kitap yüklü hamaldan ne farkımız var?

*

Öğrenmek ve bilmek tek başına yeterli değildir insanın kemale erme yolcuğunda. Bulmak ve olmak bilmenin neticesi olmalıdır. Yani hakikat arayışı ve yolculuğu olmalıdır bilmekten muradımız. Bilmek… Kendini bilmek; kendini bilen Hakk’ı bilir… Yani insanın kendinden başlayan bir yolculuktur hakikat yolculuğu. Hayatı, eşyayı anlamlandırma gayreti… Dışarıda değil kendinde ara. Kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, burada olma gayem ne? Kendini bilmeyen okurun bu dünyadaki hali Yunus Emre tabiriyle “Ha bir kuru emektir!” Enformatik cehalet üzerinde de kafa yormamız, düşünmemiz lazım biraz.

*

Okumak, öğrenmek, bilmek kadar haddini bilmek, yerini bilmek, kendini bilmek de önemlidir. Sadi Şirazi’nin şu sözünü çok severim: “Sorun cahil olman değil, kendini âlim sanmandır.” Her işin başında edep gelir. Edepsiz iş yapılmaz bizde. Edebe riayet insan için olmazsa olmazlardandır. Okumanın, bilmenin de bir edebi var. O edep ise kendini bilmek, haddini bilmektir. Kişi ilim deryasından istifade ettikçe, dağarcığını doldurdukça bu deryada hiçlik ve yokluk sırrına ermelidir.  

*

Bildikçe, öğrendikçe mütevazi olmak icap eder. Şairin dediği gibi: “Mazhar-ı feyz olamaz düşmeyince hâke nebât / Mütevazî olanı rahmet-i Rahmân büyütür.” Yani Tohum toprağa düşmeyince filizlenip büyüyemez. Bu bakımdan Allâh Teâlâ’nın rahmeti, kibirlileri değil, ancak mütevâzî olanları büyütür ve yüceltir. İlim ve irfan sonu olmayan bir denizdir. Hep bildiklerimize bakıyoruz değil mi, ya bilmediklerimiz, öğrenmeye vakit bulamadıklarımız? Onları bir düşünsek, ne kadar büyüklükte bir kütüphane eder acaba? Daha öğrenecek çok şeyimiz var demek ki? Varlıklar dünyasını bir kitap olarak düşünün: Harfler, heceler, kelimeler, cümleler… İşte biz bu kitap içinde sadece bir noktayız. Eğer bilir ve anlayabilirsek, her şeyin içerisinde gizlendiği bir nokta… Her şey bizden başlıyor ve bizde bitiyor. Nokta olmadan hiçbir şey tamamlanmıyor. Şimdi bu âlem içindeki yerimizi tekrar oturup düşünelim. Bizim bildiklerimizin büyüklüğü ilim irfan deryasından bir damla bile değilken, bu gurur ve kibrimiz, bu çok bilmişliğimiz nedendir? Bu hastalığa bir çare bulmamız, tedavi olmamız gerekir. İblis’in başına gelenler de kibir ve gururundan değil miydi?

*

Kibir, gurur ve bencillikten uzak, mütevazı, sade bir hayat sürmek insanın iç huzuru için olmazsa olmazlardandır. İç huzuru önemli. Modern insanın yaşadığı sorunların, krizlerin temel kaynağı iç huzurunun olmayışıdır. Sade bir hayat deyince aklımıza Yunus Emre gelir. Yunus ne bir teologtur, ne bir ilahiyatçıdır, ne bir şeyhtir, ne hocadır, ne de adını bildiğimiz tarikatlardan birinin müntesibidir. Burası çok önemlidir. Ama Allah dostudur o. “Bana seni gerek seni diyen” başka hiçbir gayesi ve davası olmayan bir aşk adamıdır o. Derviştir o, kendi tabiriyle derviş Yunus… Bu toprağın dilidir. Aslında biz oyuz, o da biz. Amma velakin Yunus’tan çok çok uzaklardayız. Hocamız da böyle, öğretmenimiz de böyle, dindarımız da böyle, esnafımızda böyle, doktorumuz da böyle… Modern dünya bizim zihinlerimizi, gönüllerimizi Yunus’tan çok uzaklaştırdı. Yunus’un ilahilerini okuyoruz, sosyal medyada şiirlerini fazlaca paylaşıyoruz, onun üzerine yazıp çiziyoruz, konuşuyoruz ama Yunus’u doğru anlamış ve anlatmış da değiliz. Şunu da belirtelim ki, hümanistlerin bahsettiği Yunus’tan çok uzaklardadır Yunus Emre. Onda başka bir şey var. Buraya dikkatinizi çekmek isterim. Başka bir şey, aşka bir hal var onda. Bunu keşfetmek için de Yunus’u doğru okumak ve anlamak gerek.

*

Çok bilmişlik taslamak, bilgiyi rant, statü ve kazanç vesilesi haline getirmek kemal yolculuğunda insanın önünde en büyük engeldir. Onun için hep söyler dururuz öğrencilerimize, diploma almak için okumayın, onu bir şekilde herkes alıyor; hayatınızı değiştirmek için okuyun ve öğrenin. Siz zaten bu çabanın sonunda o diplomayı hak edeceksiniz.  Önceliğiniz diploma olmasın. Modern dünyanın argümanlarıyla bulanık hale gelen zihinler için pek bir şey ifade etmiyor olabilir bu söylediklerimiz ama hakikat bu! Hem de dünyanın her yerinde…

*

Üniversitelerimizin birinin kampüsündeydim. Adını yazmayacağım buraya. Kampüsün çevre düzenlemesi çok güzel. İçerisinde yeterli yeşil alan ayrılmış ve bu yeşil alanda rengârenk çiçekler, insanların oturup dinlenebilecekleri yerler var. Görünce insanın içi açılıyor. Gayet hoş. Evet, içimiz açılıyor, ferahlıyoruz. Fakat bu kadar güzelliğin içerisinde gördüğüm şu tabela sinirimi bozdu: “Lütfen çimlere ve çiçeklere zarar vermeyiniz!” Burası üniversite, burası bilginin merkezi… Niçin böyle bir uyarı levhasına ihtiyaç duyuyoruz? Sadece üniversitelerde mi var bu uyarı tabelaları? Hayır tabi ki, her yerde var, her yerde karşımıza çıkıyor. Herkes ne yaptığını, ne yapacağını bildikten sonra ne ihtiyaç var bu uyarı tabelalarına? Çok biliyoruz ama yaşantımızda bilginin eseri yok. Söylemek istediğim de bu.

*

Üniversite bitirmiş bir arkadaşın dükkânındaydım. Kıyafetlerinden fakir ve gariban olduğu belli olan bir kişi selam verdi, içeri girdi. Öğretmeni çocuğuna bir liste yazdırmış eksiklerini görecek. Dükkan sahibine bir şey sordu. Adamcağız sorduğuna pişman oldu. Kendisine verilen cevap, çık git ne işin var senin burada tarzındaydı. Adamcağız sesini çıkarmadan çıktı gitti kapıdan. Çok üzüldüm, içim sızladı arkadaşın bu davranışı karşısında. Çayımızı içtik tam kalkacaktım ki, bu sefer kapıdan içeriye kırklı yaşlarda, eşi yanında, takım elbiseli kravatlı bir adam girdi. O da bir şeyler sordu. Fakat adama verilen cevap o kadar nazik ve kibardı ki, hatta esnaf o kadar abartmıştı ki bu kibarlığı; samimiyetsizliği yüzünden okunabiliyordu yani. Sonra müşteriye çay ısmarlamalar falan… Şimdi bu arkadaş çok okuyormuş, okusa ne yazar?

*

Bildiğimiz ezberleri unutalım. Hayata, insana, olaylara, çevremize farklı bir açıdan bakmayı deneyelim. Kalbimizden doğru bakalım biraz da hayata. Bu bakış açısı bize neler kazandıracak bir görelim bakalım. Kalbinizi yoklayın arada, yerinde mi, sizinle mi?

*

Yakın zamanda hiç deniz sahilinde oturdunuz mu? Eğer oturduysanız siz de önünüzden geçen deniz motorunun çıkardığı sesi fark etmişsinizdir herhalde. Yırtınır, ortalığı velveleye verir dalgalı denizde yol almak için. Aman ne rahatsız edici sestir o! Küçücük bir motor işte. Bu ses neresinden çıkıyor, dersiniz kendi kendinize. Sessizce sahili izlerken keyfinizi bozar hatta. Bir de tonlarca yük taşıyan gemiyi düşünün. Sessizce ilerler kimseyi rahatsız etmeden, onca yüküne rağmen. O yükten bir parça yaygaracı deniz motoruna verseniz batar, deryanın dibini boylar. Bilgili insanlar böyledir, yükleri ağır olmasına rağmen hakikat yolculuklarını sessiz ve derinden sürdürürler bir gemi misali. Herkes gibi boş bulduğu kürsüde, eline geçirdiği mikrofonda, bulduğu meydanda yaygara çıkarmazlar. Konuşmaları gerekirse de usulünce az ve öz konuşurlar. Mesele bundan ibaret!

*

Dostlar sözü fazla uzatmayayım isterseniz. Büyük İslâm evliyası Abdülkâdir Geylani kuddise sırruhu’l-azîz hazretlerine ait şöyle bir menkıbe yazılıdır kitaplarımızda. Belki okumuşsunuzdur ama hatırlamak da fayda var. O menkıbe ile muhabbetimizi noktalayalım. Sevgiyle ve ilim irfanla kalın, aman gönlünüze dikkat edin, yabancıları almayın oraya.

*

Bir gün Abdülkâdir Geylani kuddise sırruhu’l-azîz hazretleri her zaman olduğu gibi yine şehrin mescitlerinden birinde vaaz verecektir. Cemaatte bir heyecan dalgası, herkes onu beklemektedir. Fakat o mescide geç kalır, vaazını bekleyen cemaat sabırsızlanmasın diye oğlu kürsüye çıkar, babası gelene kadar uzun bir vaaz verir. Abdülkâdir Geylani Hazretlerinin oğlu devrin önemli âlimlerindendir. Vaazı iki saat kadar sürer. Vaazı bitirir ama kendi çalar kendi söyler hesabı cemaatte bir heyecan, bir ilgi uyandıramaz. Neyse Abdülkâdir Geylani kuddise sırruhu’l-azîz hazretleri gelir. Oğlu da o gelince kürsüden iner ve kürsüyü esas sahibine bırakır. “ Ey cemaat, biliyorum geciktim. Hakkınızı helal edin, özür diliyorum hepinizden. Evde hanım yumurta pişirecekti, yumurta sahanı yere düştü ve yumurtalar kırıldı…” diyerek vaazına başlar. Vaaza başlar ama cemaat dalgalanan deniz gibidir. Daha bu sözleri duyar duymaz gözyaşlarına boğulur herkes. Oğlu şaşırır bu hale: “Ey kıymetli babacığım ben iki saattir o kadar ulvi ve derin konulardan bahsettim, bu insanlar mezar taşı gibi hissiz karşımda durdular, hiçbir tesiri olmadı. Sen kürsüye çıktın hanım yumurta pişirecekti, yumurtalar düştü, kırıldı deyince cemaat coşa geldi, gözyaşlarına boğuldu. Nedir bu işin sırrı?” Abdülkâdir Geylani kuddise sırruhu’l-azîz hazretleri tebessüm ederek: “Ey Oğulcuğum! Eğer sen de Bağdat’ın kızgın çöllerinde yirmi beş yıl nefsinle mücadele etmiş olsaydın, o kürsüde bunun semeresini görürdün” demiş.

*

ŞİİR FALINDAN:

Hak ilminde bu âlem bir nüsha imiş ancak

Ol nüshada bu âdem bir nokta imiş ancak

Ol noktada gizlidir nice nice bin derya

Bu âlem o deryadan bir katre imiş ancak

Niyazi Mısri

Yorumlar (0)
banner1052
banner810
17
az bulutlu
banner1060
Namaz Vakti 29 Mart 2024
İmsak
Güneş
Öğle
İkindi
Akşam
Yatsı
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 30 81
2. Fenerbahçe 30 79
3. Trabzonspor 30 49
4. Beşiktaş 30 46
5. Kasımpasa 30 43
6. Başakşehir 30 42
7. Rizespor 30 42
8. Antalyaspor 30 41
9. A.Demirspor 30 39
10. Alanyaspor 30 39
11. Sivasspor 30 38
12. Samsunspor 30 36
13. Kayserispor 30 36
14. Ankaragücü 30 33
15. Hatayspor 30 33
16. Konyaspor 30 33
17. Gaziantep FK 30 31
18. Karagümrük 30 30
19. Pendikspor 30 29
20. İstanbulspor 30 13
Takımlar O P
1. Eyüpspor 27 64
2. Göztepe 27 56
3. Sakaryaspor 27 47
4. Ahlatçı Çorum FK 27 45
5. Kocaelispor 27 45
6. Bodrumspor 27 44
7. Boluspor 27 43
8. Bandırmaspor 27 41
9. Gençlerbirliği 27 40
10. Erzurumspor 27 37
11. Ümraniye 27 33
12. Keçiörengücü 27 32
13. Manisa FK 27 31
14. Şanlıurfaspor 27 27
15. Tuzlaspor 27 27
16. Adanaspor 27 27
17. Altay 27 15
18. Giresunspor 27 7
Takımlar O P
1. Arsenal 28 64
2. Liverpool 28 64
3. M.City 28 63
4. Aston Villa 29 56
5. Tottenham 28 53
6. M. United 28 47
7. West Ham United 29 44
8. Brighton 28 42
9. Wolves 28 41
10. Newcastle 28 40
11. Chelsea 27 39
12. Fulham 29 38
13. Bournemouth 28 35
14. Crystal Palace 28 29
15. Brentford 29 26
16. Everton 28 25
17. Luton Town 29 22
18. Nottingham Forest 29 21
19. Burnley 29 17
20. Sheffield United 28 14
Takımlar O P
1. Real Madrid 29 72
2. Barcelona 29 64
3. Girona 29 62
4. Athletic Bilbao 29 56
5. Atletico Madrid 29 55
6. Real Sociedad 29 46
7. Real Betis 29 42
8. Valencia 28 40
9. Villarreal 29 38
10. Getafe 29 38
11. Las Palmas 29 37
12. Osasuna 29 36
13. Deportivo Alaves 29 32
14. Mallorca 29 30
15. Rayo Vallecano 29 29
16. Sevilla 29 28
17. Celta Vigo 29 27
18. Cadiz 29 22
19. Granada 28 14
20. Almeria 29 13